“allah
vücutlarınıza ve şekillerinize bakmaz. fakat allah, kalplerinize
bakar.” (müslim)
bir
olan, her şeyi işiten, doğurmaktan ve doğmaktan münezzeh, dengi olmayan
yaradan’ın*; bir olmayan, eşi benzeri olan, doğuran, doğan ve doğurulan,
fiziksel görüş açısı dikkate alındığında gözlerinin ve kulaklarının menzili dışına
çıkamayan biz kulların yapabileceği eylemler olan "vücuda ve şekle bakma”
gibi fiillerden de münezzeh olacağı, fıtraten bir yaratıcıya sığınma eğilimi
barındıranların, kulların, malumu aslında. fakat yine, nisyana, geri dönmeye
meyyal olan da bizleriz. nitekim allah azze ve celle, kur’ân’da adem aleyhisselam’ın
nezdinde insanın ahdini unutmasından bahseder: “doğrusu daha önce adem’den
ahit almıştık da unuttu...” (20: tâhâ, 15). bir diğer ayetinde ise
rabbimiz “insan zayıf yaratıldı.” (4: nîsâ, 28) buyurur. dünyaya zaaflarıyla
gözlerini açan insan, yine bu zaaflardan hiçbirinden “münezzeh” olamayışıyla
acziyet duyar rabbine ve aslında bir anlamda –lâ teşbih- masivaya ait ve inşallah
mü’minliği ile altlarından ırmaklar akan cennetlerde muaf olacağı bu özelliğiyle
birtakım kötü amellerle, en azından kötü düşüncelerle ömrünü geçirebilir.
ramazan’ın
gelmesiyle “ramazan’da yapılacaklar” temalı hikayeler çoğaldı hemen her yıl
olduğu gibi. bunların birçoğu ise gün içinde okulda, işte, toplu taşımada; kısacası
hayatın keşmekeşinde kaybedildiği düşünülen dinginliğin, ruh temizliğinin,
maneviyatın tekrar kazanılması, fakrın tekrar hatırlanması yönünde. gerçekten,
ramazan başlı başına bir diriliş “şehr”i ve bu yazının temasını -naçizane- teşkil
edecek iyi niyet, hüsn-i zan ve kanaati iyi yönde kullanma bahisleri hususunda
bu kendine gelme işleri çok büyük bir iç niyetlenmeyi içeriyor, amenna. fakat iş
bununla bitmiyor. bir yenilenme, değişim ve dönüşüm içine girebilmek için iç
niyetlenmelere ek olarak kâinatın diğer yaratıklarına karşı, elbette özellikle
insan kullarına karşı, kanaatleri sahih tutmaya çalışmakla başlamak gerekiyor
temizliğe:
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا
اجْتَنِبُوا كَثِيرًا
مِّنَ الظَّنِّ
إِنَّ بَعْضَ
الظَّنِّ إِثْمٌ
وَلَا تَجَسَّسُوا
وَلَا يَغْتَب
بَّعْضُكُم بَعْضًا
أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ
أَن يَأْكُلَ
لَحْمَ أَخِيهِ
مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ
وَاتَّقُوا اللَّهَ
إِنَّ اللَّهَ
تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
"ey iman edenler! zannın çoğundan
kaçının. çünkü zannın bir kısmı günahtır. birbirinizin kusurunu araştırmayın.
biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. biriniz, ölmüş kardeşinin etini
yemekten hoşlanır mı? işte bundan tiksindiniz. o halde allah'tan korkun.
şüphesiz allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir." (49:
hucurat, 12)
“ölmüş
kardeşinin etini yemek.” öyle vurucu bir öbek ki bu, allahû teâlâ (c.c.) bir
önceki yazımızdaki “akletmek” hususunda insanlardan istediği tahayyül
dahilinde yine biz cüz’ilerin anlayabileceği çerçevede, en vurucu örneklerden
biri ile aydınlatıyor bizleri; bizi bize anlatıyor: “ey kullar, zayıfsınız
yaparsınız. fakat basiretinizi kullanın, yapmayın çünkü bunu yapmak sizin
anlayacağınız somutlukta, böyle bir şeydir."
akılsız
nakil olmadığı gibi vakitsiz, firasetsiz, merhametsiz nakil de eksik kalıyor.
bu nedenle önce niyetleri iyi kanaatlerle süslemek, kötü olanları elimine
etmeye çalışmak lazım geliyor ve ardından da kanaatleri tazelemek. gelin; örneğin,
bugünün hedefi, bugüne kadar kendisine bir türlü alışılamayan, ilişkinin tabiri
caizse “orta şekerli”den çok sessiz bir limonilik semasında seyrettiği biri
hakkında daha önce hiç yapılamayan şekilde bir güzellik beslemek, hatta yapılabilirse
ilk adımı atmak ve bir müstakbel dostluk yolunda ramazan-ı şerif'i taçlandırmak
olsun. zaten bunu yaparken aslında o kişiden çok, emrin kaynağı kur’ân ile
ünsiyet kuruluyor olacak ve bu durum, muhatapları gelecekte belki de sonu enkaz
olacak kalp yıkımlarına götürebilecek meselelerden alıkoyacak; hayata bir “iyi
ki yapmışım!” (daha) ekletecek:
“elinde
çömlek taşırken dikkat et
elinden
düşürdükten sonra değil."
en çok
hadis rivayet eden sahabelerden biri olan enes bin malik (r.a.) bir gün
rasulullah’la (s.a.v.) birlikte tebük seferi’nden dönerken allah’ın rasulü
(s.a.v.) şöyle söyler:
“and olsun ki sizin
medine'de bıraktığınız -harbe katılmayan- kişiler, yürüdüğünüz her yolda, verdiğiniz
her nafakada, geçtiğiniz her derede mutlaka sizinle beraberdirler. (sizin gibi
ecir ve sevap kazanacaklardır)”. bunun üzerine ashab, bu şahısların, harp esnasında
medine’de oldukları halde nasıl kendileri ile olabildiklerini sorar. rasul-i
ekrem (a.s.m.) bunun üzerine: “onlar hasta oldukları için katılmadılar.
(onların niyeti bizimle ortaktır.)” der. (buhari, ebû dâvud)
burada
medine’ye gidemedikleri halde kalpleri mü’minlerle bir olan kişilerin bu şekilde
sahih bir niyet beslemelerinin, bahsettiğimiz iç niyetlenme bağlamında ne kadar
önemli olduğunu öğrenmenin yanında, savaş meydanında cenk eden diğer
sahabelerin de aslında bu kişiler hakkında niyetlerini temiz tutmaları gerektiğini
idrak ediyor, sırf yanlarında değiller diye onları bu harpte saf dışı görmemeleri
gerektiğini anlıyoruz.
elbette
ramazan'da yapılacak çok şey var ama her şeyin başı biraz salih niyet ve bu şekilde
rabbi zikir olduğundan önce böyle bir arınmayı hedeflemek gerekiyor. bu adeta,
kilit bir kesişim noktasında yolu tıkayan ve kazalara sebebiyet veren kar
kütlesini tuzlamak. o açılınca ip gibi işlemeye başlayan ya da doğru yola giren
trafik de ilmimiz, ardından amelimiz oluyor, olsun inşallah.
günümüzün
dünyasında iyi niyet beslemek, ki nefis, şeytan, tecrübeler de işin içine girince
cidden çok zor olabiliyor. o nedenle en azından iyi niyet üzere düşünmek,
görmeye çalışmak muhataplarımız tarafından “saflık” olarak addedilebilir. ne de
olsa “bu zamanda gözü açık olmalı". işte burada doğru bilinen yanlışlardan
birini görmüş oluyoruz: niyeti temiz tutunca gelen aldatılacakmış, kırılacakmış
hissi.
iyi
niyet beslemeye çalışmak ya da kanaati bu yönde kullanmayı tercih etmek bir
pasiflik göstergesi değildir. daha doğrusu pasifliğin ölçüsü bu değildir
nitekim bir insan hiç kimse hakkında kanaatini hüsn-i zandan yana kullanmıyor
ama tabiri caizse yakınları onu buna rağmen arkasından bıçaklıyor olabilir. işte
bu vakit, elde bir şey kalmayışının bir resmidir: hem niyeti sahih kullanmadık
hem de çevreden zarar gördüğümüzle kaldık. iyi niyet, bir yerde mü’minin
tesellisidir. bin dost ihanetine, bin arkadan vurulmaya; herhangi bir kişi ya
da durum hakkında, üstelik bu kişiler mahalle baskısı ya da “toplumsal norm”
olarak tabir ettiğimiz yollarla zihinlerde iyice karantina altına alınmış
kimseler, bu olaylar hiç kimsenin çözmek ya da aydınlatmak, “aslında öyle
olmayabilir.”i bulmak üzerine eğilmediği hadiselerse, merhem gibidir.
“hüsn-ü
zan, kulluktaki kemalin eseridir.” (ebu dâvud)
işbu
nedenle, klasik metaforla, pergelin bir kolunu kanaati iyi yönde kullanmak
üzerine sabitleyerek ilerlemeli. günümüzün “rasyonel”, edenin bulmadığı (sanılan)
dünyası için akılsızlıksa bu; “akla sığmayan işte delilik gereklidir.” diyelim
mecazen ve sözü şimdilik bir kıta ile noktalayalım:
“ey
gönül, şu iki günlük nakdi bir yana bırak
iki
günlük nakitten bir hayır gelmez
öyle bir
nakit seç ki hesap gününde
beka
diyarına onunla yerleşesin.”
hüsn-ü zanlarımızın sırat-ı müstakîm’de cennet nakdi olarak yazılacağı
ramazanlar dileyen,
bir kardeşiniz.
*112: ihlâs suresi, 1-4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder