7 Haziran 2016 Salı

2 ramazan 1437 | niyet tazeleme kodlarının aktivasyonu


“allah vücutlarınıza ve şekillerinize bakmaz. fakat allah, kalplerinize bakar.” (müslim)

bir olan, her şeyi işiten, doğurmaktan ve doğmaktan münezzeh, dengi olmayan yaradan’ın*; bir olmayan, eşi benzeri olan, doğuran, doğan ve doğurulan, fiziksel görüş açısı dikkate alındığında gözlerinin ve kulaklarının menzili dışına çıkamayan biz kulların yapabileceği eylemler olan "vücuda ve şekle bakma” gibi fiillerden de münezzeh olacağı, fıtraten bir yaratıcıya sığınma eğilimi barındıranların, kulların, malumu aslında. fakat yine, nisyana, geri dönmeye meyyal olan da bizleriz. nitekim allah azze ve celle, kur’ân’da adem aleyhisselam’ın nezdinde insanın ahdini unutmasından bahseder: “doğrusu daha önce adem’den ahit almıştık da unuttu...” (20: tâhâ, 15). bir diğer ayetinde ise rabbimiz “insan zayıf yaratıldı.” (4: nîsâ, 28) buyurur. dünyaya zaaflarıyla gözlerini açan insan, yine bu zaaflardan hiçbirinden “münezzeh” olamayışıyla acziyet duyar rabbine ve aslında bir anlamda –lâ teşbih- masivaya ait ve inşallah mü’minliği ile altlarından ırmaklar akan cennetlerde muaf olacağı bu özelliğiyle birtakım kötü amellerle, en azından kötü düşüncelerle ömrünü geçirebilir. 

ramazan’ın gelmesiyle “ramazan’da yapılacaklar” temalı hikayeler çoğaldı hemen her yıl olduğu gibi. bunların birçoğu ise gün içinde okulda, işte, toplu taşımada; kısacası hayatın keşmekeşinde kaybedildiği düşünülen dinginliğin, ruh temizliğinin, maneviyatın tekrar kazanılması, fakrın tekrar hatırlanması yönünde. gerçekten, ramazan başlı başına bir diriliş “şehr”i ve bu yazının temasını -naçizane- teşkil edecek iyi niyet, hüsn-i zan ve kanaati iyi yönde kullanma bahisleri hususunda bu kendine gelme işleri çok büyük bir iç niyetlenmeyi içeriyor, amenna. fakat iş bununla bitmiyor. bir yenilenme, değişim ve dönüşüm içine girebilmek için iç niyetlenmelere ek olarak kâinatın diğer yaratıklarına karşı, elbette özellikle insan kullarına karşı, kanaatleri sahih tutmaya çalışmakla başlamak gerekiyor temizliğe:



يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ

"ey iman edenler! zannın çoğundan kaçının. çünkü zannın bir kısmı günahtır. birbirinizin kusurunu araştırmayın. biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? işte bundan tiksindiniz. o halde allah'tan korkun. şüphesiz allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir." (49: hucurat, 12)


“ölmüş kardeşinin etini yemek.” öyle vurucu bir öbek ki bu, allahû teâlâ (c.c.) bir önceki yazımızdaki “akletmek” hususunda insanlardan istediği tahayyül dahilinde yine biz cüz’ilerin anlayabileceği çerçevede, en vurucu örneklerden biri ile aydınlatıyor bizleri; bizi bize anlatıyor: “ey kullar, zayıfsınız yaparsınız. fakat basiretinizi kullanın, yapmayın çünkü bunu yapmak sizin anlayacağınız somutlukta, böyle bir şeydir."

akılsız nakil olmadığı gibi vakitsiz, firasetsiz, merhametsiz nakil de eksik kalıyor. bu nedenle önce niyetleri iyi kanaatlerle süslemek, kötü olanları elimine etmeye çalışmak lazım geliyor ve ardından da kanaatleri tazelemek. gelin; örneğin, bugünün hedefi, bugüne kadar kendisine bir türlü alışılamayan, ilişkinin tabiri caizse “orta şekerli”den çok sessiz bir limonilik semasında seyrettiği biri hakkında daha önce hiç yapılamayan şekilde bir güzellik beslemek, hatta yapılabilirse ilk adımı atmak ve bir müstakbel dostluk yolunda ramazan-ı şerif'i taçlandırmak olsun. zaten bunu yaparken aslında o kişiden çok, emrin kaynağı kur’ân ile ünsiyet kuruluyor olacak ve bu durum, muhatapları gelecekte belki de sonu enkaz olacak kalp yıkımlarına götürebilecek meselelerden alıkoyacak; hayata bir “iyi ki yapmışım!” (daha) ekletecek: 

“elinde çömlek taşırken dikkat et
elinden düşürdükten sonra değil."

en çok hadis rivayet eden sahabelerden biri olan enes bin malik (r.a.) bir gün rasulullah’la (s.a.v.) birlikte tebük seferi’nden dönerken allah’ın rasulü (s.a.v.) şöyle söyler:

“and olsun ki sizin medine'de bıraktığınız -harbe katılmayan- kişiler, yürüdüğünüz her yolda, verdiğiniz her nafakada, geçtiğiniz her derede mutlaka sizinle beraberdirler. (sizin gibi ecir ve sevap kazanacaklardır)”. bunun üzerine ashab, bu şahısların, harp esnasında medine’de oldukları halde nasıl kendileri ile olabildiklerini sorar. rasul-i ekrem (a.s.m.) bunun üzerine: “onlar hasta oldukları için katılmadılar. (onların niyeti bizimle ortaktır.)” der. (buhari, ebû dâvud)

burada medine’ye gidemedikleri halde kalpleri mü’minlerle bir olan kişilerin bu şekilde sahih bir niyet beslemelerinin, bahsettiğimiz iç niyetlenme bağlamında ne kadar önemli olduğunu öğrenmenin yanında, savaş meydanında cenk eden diğer sahabelerin de aslında bu kişiler hakkında niyetlerini temiz tutmaları gerektiğini idrak ediyor, sırf yanlarında değiller diye onları bu harpte saf dışı görmemeleri gerektiğini anlıyoruz. 

elbette ramazan'da yapılacak çok şey var ama her şeyin başı biraz salih niyet ve bu şekilde rabbi zikir olduğundan önce böyle bir arınmayı hedeflemek gerekiyor. bu adeta, kilit bir kesişim noktasında yolu tıkayan ve kazalara sebebiyet veren kar kütlesini tuzlamak. o açılınca ip gibi işlemeye başlayan ya da doğru yola giren trafik de ilmimiz, ardından amelimiz oluyor, olsun inşallah. 

günümüzün dünyasında iyi niyet beslemek, ki nefis, şeytan, tecrübeler de işin içine girince cidden çok zor olabiliyor. o nedenle en azından iyi niyet üzere düşünmek, görmeye çalışmak muhataplarımız tarafından “saflık” olarak addedilebilir. ne de olsa “bu zamanda gözü açık olmalı". işte burada doğru bilinen yanlışlardan birini görmüş oluyoruz: niyeti temiz tutunca gelen aldatılacakmış, kırılacakmış hissi. 
iyi niyet beslemeye çalışmak ya da kanaati bu yönde kullanmayı tercih etmek bir pasiflik göstergesi değildir. daha doğrusu pasifliğin ölçüsü bu değildir nitekim bir insan hiç kimse hakkında kanaatini hüsn-i zandan yana kullanmıyor ama tabiri caizse yakınları onu buna rağmen arkasından bıçaklıyor olabilir. işte bu vakit, elde bir şey kalmayışının bir resmidir: hem niyeti sahih kullanmadık hem de çevreden zarar gördüğümüzle kaldık. iyi niyet, bir yerde mü’minin tesellisidir. bin dost ihanetine, bin arkadan vurulmaya; herhangi bir kişi ya da durum hakkında, üstelik bu kişiler mahalle baskısı ya da “toplumsal norm” olarak tabir ettiğimiz yollarla zihinlerde iyice karantina altına alınmış kimseler, bu olaylar hiç kimsenin çözmek ya da aydınlatmak, “aslında öyle olmayabilir.”i bulmak üzerine eğilmediği hadiselerse, merhem gibidir. 

“hüsn-ü zan, kulluktaki kemalin eseridir.” (ebu dâvud) 

işbu nedenle, klasik metaforla, pergelin bir kolunu kanaati iyi yönde kullanmak üzerine sabitleyerek ilerlemeli. günümüzün “rasyonel”, edenin bulmadığı (sanılan) dünyası için akılsızlıksa bu; “akla sığmayan işte delilik gereklidir.” diyelim mecazen ve sözü şimdilik bir kıta ile noktalayalım: 

“ey gönül, şu iki günlük nakdi bir yana bırak
iki günlük nakitten bir hayır gelmez
öyle bir nakit seç ki hesap gününde 
beka diyarına onunla yerleşesin.” 

hüsn-ü zanlarımızın sırat-ı müstakîm’de cennet nakdi olarak yazılacağı ramazanlar dileyen,
bir kardeşiniz.




*112: ihlâs suresi, 1-4.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder